Tek Kişilik Dev Kadro

Genç yetişkin olma yolunda, pek de emin olmayan adımlarla ilerleyen herkese yeniden merhaba!

Uzun soluklu bir aradan sonra (tatil yapmayı huy edinmiş bir yazar olarak), üzerine çok sık düşünmediğimiz bir konu hakkında tartışmaya geldim. Hiç içinizdeki sesle dudaklarınızdan dökülenlerin farklı olduğu anlarınızı yakaladığınız oluyor mu? Veya hissettiklerinizle yaptıklarınızın farklı olduğu... Bugün içimizdeki seslerin, hislerin, korkuların sahipleriyle biraz hasret gidereceğiz. Her birimizin tek kişilik dev kadro olduğunu fark eder etmez anlatmaya geldim.

Ne demek tek kişilik dev kadro? (Çoklu kişilik bozukluğundan bahsetmiyorum ama kol kola gidiyoruz gibi oldu.) Gece yattığınızda "Ah, şunu da söyleseydim." diye hayıflanırsınız ya... Biri size bağırdığında, sınırlarınızı aştığında aklınızdan geçen milyonlarca cümlenin hızında sessizliğe gömülür hani kelimeleriniz. Hiç düşündünüz mü o anlarda neden sustuğunuzu? Bu neden şimdi aklıma geldi diye düşündüğünüzde, içinizdeki diğer parçayı bulduğunuz oldu mu? Yardıma ihtiyacınız olduğunda bunu söylemek yerine, kendi işini kendi halleden biri olmaya çalışırken Herkül'e (ben Amazon’u tercih ederim) dönüşmüş kişiliğinizi?..

Aramızda, yardım almanın normal bir şey olduğunu kabul etmek için yıllarca uğraşmış en az bir insan olduğundan eminim. (Nereden bildiğimi sakın sormayın.) Pek çoğumuz muazzam (!) aile yapılarından gelen bireyler olarak, içimizdeki çocuğun ihtiyaçlarıyla ne yapacağımızı çözmeye çalışarak hayata devam ediyoruz.

Kimimiz çocukluğuyla, kimimiz ergenliğiyle, kimimiz yetişkinliğiyle, gençliğiyle vb. hâlâ barışmaya çalışıyoruz. Kendim de dâhil neredeyse hepimizin yaptığı hata ise onların geçmişte kaldığını düşünmek. Fakat kötü bir haberim var: Geçmişte kalan tek şey olaylar. O olayları yaşayan kişi hâlâ içinizde. Azarlanmasına rağmen sofraya çağırılan çocukluğunuz hâlâ içinizde. Ergenliğinde dış görünüşüyle alay konusu olan o ergen hâlâ sizinle. İlk aşkını kaybeden o genç, babasını tanımamış o bebek... Hepsi aslında hâlâ bizimle yaşıyor. Bizim tek yaptığımız şey ise çoğu zaman onları koruyabilmek adına dönüştüğümüz kişiler olmak. Sizin yanınızda olan aslında yine sizsiniz. (Bu cümleleri kullanınca da kendimi, çorbalar reyonunun yanında duran kişisel gelişim kitabının yazarı gibi hissediyorum her seferinde.)

Kendimden örnek verecek olursam; ben, ne kadar kırılgan, duygusal, hassas olduğumu öfke perdemi kaldırana kadar göremedim. O perdeyi kaldırana kadar, hiç anlaşılamamış, kendini anlatmaya çalıştığında suçlanmış ve uzun süre önce konuşmayı bırakmış küçük bir Büşra olduğumdan habersizdim. Kendimi uzun süre sinirli bir insan zannediyordum. Oysa çıkan şey, kırıldığını söylemeyi bırakmış Büşra'nın kırılmamasını sağlayan öfkeli yetişkin Büşra’ydı.

Ergenliğinde eleştirilen Büşra’nın panik yapmamasını sağlamak adına, bazen başarılı olmak için başarısız olması gerektiğini söyleyip onu sakinleştiren yetişkin Büşra’ydı. Yardım istediğinde yetersiz, beceriksiz hissettirilen Büşra’yı korumaya çalışan gözü kara, inatçı, özgüvenli yetişkin Büşra... (Kulağa gerçekten çoklu kişilik bozukluğum var gibi gelmeye başladı biliyorum ama yemin ederim açıklayacağım.)

Bilen bilmeyene anlatsın: Muhtemelen "Bugün dönüştüğün kişi, çocukken en çok ihtiyacın olan kişiydi." sözünü duymuşsunuzdur. Cümleyi okuyunca dalıp gidiyorsanız tam da bundan bahsettiğimiz açıklamaya geldim zaten. Evet, siz çocukken en ihtiyaç duyduğunuz kişisiniz artık. Biri sesini yükselttiğinde, sizi korumasına ihtiyaç duyduğunuz kişi siz oldunuz. Onun ihtiyaçları duyulmadığında, kendi omzunuzu sıvazlayabilecek kadar güç kazandınız. Ona yardım edilmediğinde, onun için halleden kişi oldunuz. Bugün tek kişilik dev kadro hâline geldiniz. Peki o çocuk neden duyulmasın diye uğraşıyorsunuz?

Pek çoğumuz mecburiyetten güçlenen, çaresizlikten olgunlaşan, zayıf zannedildiği için güçlenen bireyleriz; biliyorum. Bundan hiç mi hiç memnun olmadığınızı da tahmin ediyorum. (Güçlüsün dendiğinde hakaret edilmiş gibi hisseden ben söylüyorum.) "Çok olgunsun.", "Çok güçlüsün.", "Sen halledersin." dendiğinde içimizde sızlayan yaşanmamış çocukluklar, zayıf olmasına müsaade edilmemiş gençlikler, elinden tutulmamış çaresizliklerle doluyuz.

Bunun da iyi bir yanı var desem? (Beni Polyanna ilan eder misiniz acaba?) “Dönüştüğüm şeyden yoruldum, nasıl iyi bir yanı var?” diyeceksiniz. Dönüştüğünüz şeyden yorulmanızın sebebi, geçmişte kaldığını zannettiğimiz kimliklerimiz. O çocuk o anda küstü ve orada kaldı zannediyorsunuz. Hayır, hâlâ küs, hâlâ konuşmuyor. O yüzden bağırıyorsunuz. Yetmedi mi? Herkes başarılı olduğunuzu söylerken içinizi kemiren “Daha iyi olabilirdi.” sesini hatırlatsam?

O çocuk yine konuşmalı. Yetişkin kimliğinizin onu ezdirmeyeceğini bilerek… Onu ezdirmemek için susturmak çözüm değil. Tam tersine, o konuşurken artık arkasında durabilecek birisiniz. Yardım istemekten vazgeçmek, o çocuğu susturmak demek; aksine yardım istemesine müsaade edip, eğer yardım edilmezse onun yanında olduğunuzu hatırlatmak tek kişilik dev kadrosunuz demek.

İçinizdeki hangi sesleri duyuyor, hangisinin dışarı çıkmasına izin vermiyorsunuz? Yoksa arkada bir ağlayan varken, onun acısına katlanamayarak en ufak bir saldırıya bile öldürücü kılıç darbeleri sallayıp kendinizi boşa mı yoruyorsunuz? Sesi çıktığında, eğer kimse yapmazsa “Ben seni severim.” diyebiliyor musunuz?

Yorumlar

Popüler Yayınlar