Ben Kaktüs Müyüm?

         


    Genç Yetişkin olma yolunda pek de emin olmayan adımlarla ilerleyenlere yeniden selam olsun.

     Hiç yorulduğunuz oldu mu? Durup nefes almayı unuttuğunuz? İlerlediğiniz hayatın geleceğini tayin etmeye çalışırken bugününüzü unuttuğunuz? Durduğunuzda üstünüze geldiğini zannettiğiniz her şeyin aslında bizzat sizin üzerine koştuğunuzu fark ettiğiniz? Ben geçtiğimiz hafta bolca şunu düşündüm; Ben kaktüs müyüm?

    Uzun bir moladan sonra tekrar buluştuğumuz için, yeni bir takım kararlarımdan bahsetmek isterim. -malum genç yetişkin olmanın  ilk kuralı; yeniden ve yeniden oluşturulup değiştirilen kararlar silsilesidir biraz da- Ben yazmaktan keyif alan ama aklı da bir o kadar karışık bir genç ve yetişkinim. Bu bloga başlamamın asıl sebebi olan yazma tutkumu unutup, içerik kaygıları duymaya başladığımı itiraf edeyim. O yüzden yeni kararlarımdan biri; size aklı ve yazma biçimi biraz karmaşık olan bir yazar olduğumu söylemek. 

    Ben uzun cümleler kuran, konudan konuya hızla atlayan, çağrışım yapan bütün düşünceleri o anda düşünmeye çalışan bir yazarım. -anlaşılma kaygısı güttüğümden yerleşen bir kaç özelliğim oldukları noktasında beni aydınlatma nezaketinde bulunan saygı değer psikoloğuma sevgilerimle- 

   Dürüst olmak gerekirse, beni okumak bazen size keyif vermeyecek, bazılarınız cümlelerimi anlamak için tekrar tekrar okumak zorunda kalacak. İşte o noktalarda anlayın ki kafam epey karışmış, gençlik ve yetişkinlik arasında kimliğimi bulmaya çalışmışım demektir. 

    Ben bu hafta kendimi biraz kaktüs, biraz da tüy gibi hissettim. -kafamın karışık olduğu konusunda sizi uyarmıştım.-  yetişkin olma yolunda olan bir genç olarak ben de sizler gibi yorulduğumu, biraz nefes almaya ihtiyacım olduğunu söyleyip dururdum. Sonra aslında bunlara izin vermeyen asıl kişinin kendim olduğuna kanaat getirdim. 

    Dertlerimi bir döngüye alıp, kaygılarımı ince eleyip sık dokurken, nefes alamamaktan şikayet edip aslında korkumdan nefesimi kendimin tuttuğunu fark ettim. Sizi bilemem ama kendimle yalnız kalmaktan korkuyor olabilir miyim diye sorguluyorum hayatımın bu döneminde. Kötü haber; sanıyorum mümkün. herkesin derdine koşmaya çalışıp, kendini eleştirirken söylediği her şeyi çürütmek için harcadığım eforun sebebinin kendime bunları söylemekten korkmak olduğunu anladım. 

           Bir düşünün, mutlaka size kendinize haksızlık etmeyin diye çırpınan, sizin korkularınızı aşmaya çalışan, siz kabul etmedikçe de hırçınlaşan bir arkadaşınız vardır. -yoksa da bu sizsinizdir- Çok hoşunuza gitmeyecek ama o arkadaşınız sizinle konuşmaya çalışmıyor. Sizin korkularınızı ya da endişelerinizi yatıştırmıyor. Siz aracılığıyla aslında kendisini bir şeylere inandırmaya çalışıyor. Şöyle de diyebiliriz; sunduğunuz her argümanda, inandığı şeyleri tehdit ettiğiniz noktada hırçınlaşıyor. 

            Savunma mekanizmalarının başka bir çeşidi olarak, kendine iyi gelememekten korkarak ya da kendine iyi gelmeye cesaret edemediğimizden, bizim dışımızdaki herkesin derdini dert ediniriz. Anlayabildiğimiz, bizim gibi düşünen insanlara iyi gelmeye çalışırız ki, benzerimize iyi gelip kendimize iyi geliyormuş yanılsamaları oluşturabilelim. 

             Bunu fark etmeden günler öncesinde kendimi bir kaktüs gibi hissediyordum. Sık sık su bulamamanın belirsizliğinde, gelen suyu depolayıp idareli kullanan bir kaktüs gibi. -siz buna sevgi de diyebilirsiniz, ilgi de denebilir hatta biraz çılgınlık yapıp anlayış bile diyebiliriz.- Biraz fazla suya sizin de hayır demeyeceğinizi söylediğinizde size dikenlerinizi hatırlatan insanlar, hatta dikenleriniz olduğu için daha fazla suya ihtiyacınız olmasını şımarıklık gibi görenler ve neticesinde sizin de yaşamak zorunda olduğunuzu unutanlar.

    Ayça bu aralar her ne kadar kendi zorlanıyor olsa da ilham kaynağım olmaya başladı. -bunu okuyunca kendi de şaşıracak eminim- Hayatta kendisiyle kalmakta başarılı olduğunu gördüğüm tek insan diyebilirim neredeyse. Kendi eksikleriyle, kendi duygusallıklarıyla veya kendi duygularıyla baş başa kalmaktan kaçmanın yollarına uğramayan başarılı bir yetişkinlik yolcusu bence. Biraz ondan da ilham alarak, sun iyi gelmelerden arınmaya başladım. İyilik yapıyoruz derken, başkalarını da kabul etmedikleri bir bağımlılığa sürüklüyoruz. 

           Ben kabul etmeye başlıyorum. Kendimle, bana benzer ihtiyaçları olan insanların ihtiyaçlarını karşılayarak baş edemem sonsuza kadar. Bana benzer olan insanları iyileştirmeye çabalarken kendimi iyileştirmiş olmam. En neticesinde; hiç bir şey, hiç kimse kendisi iyi olmadan başkasına yardım edemez. Onların hayatlarıyla uğraşarak onlara iyi gelmiyorsunuz emin olun. Çünkü bunun bile tek yolu ilham olabilmek. Kendi yaşamınla, kendi başına yaşarken ilham olabilmek.

           Gelin kanıtlayalım, size gülümseyen birine aşık olmazsınız. Arkadaşlarıyla sohbet edişini izlerken "kendi halinde" kahkahalar atabilen, sizin yokluğunuzda da mutlu olabilen insanlara aşık olursunuz. Birilerinin gözüne girmek için çalışana değil de merakı için bir çok şey bilen çalışana güvenirsiniz. Yani hayatı kendi halinde yaşayan insanlar ancak sizi etkileyebilir. Siz de hayatı kendi halinizde yaşayabildiğiniz kadar insanlara dokunabilirsiniz. İşte o anda bir tüy gibi hissedebilirsiniz. Ne dikeniniz kalır ne de bir damla suya ihtiyacınız. Ne kadar zamanınız kaldığını bilmeden, acele etmeden hayatın içinde süzülebilirsiniz. 

            Bu gibi ikilemler arasında mekik dokuduğumuz bu genç yetişkinlik yolunda siz neredesiniz? Bir damla su için solmaya razı olanlardan mısınız yoksa, koşmayı bırakıp süzülmeye teslim olanlardan mı?












Yorumlar

Popüler Yayınlar