Zıt Kutuplar Birbirini Mi Çeker?
Genç yetişkin olma yolunda pek de emin olmayan adımlarla ilerleyen herkese yeniden merhaba.
Mutlaka hayatınızda neden bu kadar zorlayıcı karakterler biriktirdiğinizi sorgulamışsınızdır. sorgulamadıysanız da sormak istiyorum, çevrenizdeki çiftlere, arkadaşlıklara hiç baktınız mı? Nasıl arkadaş olabiliyorlar, nasıl bu kadınla beraber olabiliyor, bu adama nasıl katlanıyor dediğiniz olmuştur. (toksik dünyayı birbirine zehir eden ilişkilerden elbette bahsetmiyorum.)
Çok sağlıklı bir ilişki, sadece huzurun olduğu bir ilişki midir gerçekten? Tamamen bir huzur herhangi bir ilişki dinamiği için gerçekten mümkün müdür? Yoksa zıt kutupların birbirini çekmesi hayatın bize küçük bir esprisi olabilir mi?
Benim fark ettiğim şeylerden biri her zaman zıtlarımıza çekildiğimiz yönünde. (valla toksik bir ilişkiden bahsetmiyorum açıklayacağım bir dakika.) Kendinizin hayranlık duyduğu bir özelliği düşünün mesela. Sabırlı olabilmek benim için bunlardan sadece bir tanesi.
İstediğini alan, söylediğini bir şekilde yapan bir insan olduğunuzu varsayalım. Zorlanmadığınızı elbette savunmuyorum ama alışkanlıklarınız bu becerilerin arkasına gizleniyor bir noktadan sonra.
Küçük bir nostalji turuna çıkalım istiyorum. Mahallede oynadığınız o günleri gözünüzün önüne getirin. (tabi o şanslı nesildenseniz.) Mutlaka bir oyun kurucu vardır, hayal gücü geniş olan o çocuk sizi uzayda olduğunuza inandırır bir yerden sonra. Hepimiz için hayranlık uyandırıcı bir pozisyonları olduğunu düşünüyorum o çocukların. Siz belki onlardan biriydiniz. En güzel oyun hayal gücü geniş, tabiri caizse kafasının içinde uçan o oyun kurucu ve ona uyum sağlayan başka bir çocuk arasında oynanır. Uyum sağlayan kuralları bilir, öğrenir, çatlakları giderir, unutulanı hatırlatır. Yeni düzeni hemen organize eder.
Hayatı bir oyun gibi düşünmek ne kadar mümkün bilmesem de dengeye ihtiyaç duyduğunu zor yoldan öğrenmiş durumdayım. Siz oyunu kurduğunuz, kuralları belirlediğiniz, düzeni korumaya çalıştığınız raddede sadece oyununuzda insanlar olur ama oynayamazlar. Tüm kontrolü ve sorumluluğu üstlendiğiniz sürece o bir oyun değil diktatörlük haline gelir.
Oyunu kurduktan sonra uyumlu insanların ufak değişikliklerine ve gerçekçi isteklerine alan açmak durumundasınız. Size bir bilgi daha vereyim, belki pek hoşunuza gitmeyecek ama bazen de oyunu başkasının kurmasına müsaade etmeniz gerekiyor. Uyum sağlamak, düzeni korumak, gerçekçi sorunlara çözüm bulan tarafın da bazen sizin olması gerekecek. (oyun üzerinden anlatmak daha kolay olur diye düşünmüştüm hemen gerçek hayata geçiş yapıyorum.)
Her zaman hayatınızda sizi yönlendirecek insanlar aramak ciddi bir sorumluluk kaçışıdır zannımca. Her zaman yönlendiren olmak istemekse tam bir kontrol manyaklığı (kendim diye söylemiyorum) olup, ciddi bir korkuya işaret eder. En ilginç ve konuşacağımız yanı ise, bu iki insanın kaçınılmaz olarak her daim birbirini buluyor olmasıdır.
Biri kontrol etmek ister diğeri ise yönlendirilmek. Baktığınızda iki taraf da isteğine kavuşmuş görünür ama işler öyle değildir özünde. Hayat sizi oyun oynayabilmeniz için bazı şeylere mecbur bırakır. Birinin ses çıkarmaması sorun olurken, diğerinin çok şey istiyor olması sorun olmaya başlar bir yerden sonra. Çünkü oyun oynamak sadece oyun kurucuyu takip etmekle yapılacak bir şey değildir. Bazen oluşturulan kuralların size uygun olmadığını söyleyip çatışmanız gerekir. Hayat size oyunun ortasında uzlaşmayı zorla da olsa öğretir.
İki oyun kurucu bir aradaysa, birbirlerinin oyunlarına dahil olmak istemeyeceklerinden iki bambaşka oyun olacak ama asla gelişmeyecektir. İki uyumlu karşılaşırsa da karar vermekte zorlanacaklarından oyuna bile başlayamayacaklardır. Kaçınılmaz olarak bir oyun bile üretebilmiş olamayacaklardır.
Peki ben neden zıt insanların birbirini bulmasından başlayıp da çocuk oyunlarından bahsetmeye başladım?
Çünkü hayat zıtlıkların doğurduğu şeylerle zenginleşiyor. Zıtlıktan kastım karakterlerin bambaşka olması değil aslında. İkisinin de oyun kurmaktan, bazen de uyum sağlamaktan geri durmadığı bir zıtlıktan bahsediyorum. Pozisyonlar değişse de pozisyonunun hakkını vererek çözümler üretmekten kaçınmayan ilişkilerden bahsediyorum.
Çok öfkeli bir insanla berbersiniz diyelim. Sürekli ona uyum sağlamak bir yerden sonra kendinize saygısızlık gibi hissettirecektir. Tam tersini düşünecek olursak da bu kez öfkenizin suçluluğu sizi boğacağından, ona zarar verme düşüncesinden kaçmaya çalışarak ondan uzaklaşacaksınız.
Bunun böyle olmaması için bir formül var mı bilmiyorum ama siz öfkenizi bastırmadığınızda öfkenizi tanıyacaksınız. Çözüm üretmek anlayışla birlikte kaçınılmaz olacak. Kendinizi sakinleştirmeyi, sakin kalmayı öğrenmeye başladığınızda ise bunun da başka bir ağırlık olduğunu kavrayarak çözüm üretmeye çalışacaksınız.
Asla bu denli formülize edilecek kadar basit olduğunu savunmuyorum tabii ki ama zıttınızı görmezseniz kendi davranışların sizi boğmasına mani olamazsınız. Bazen uyum sağlamazsanız hiç dinlenmezsiniz. Bazen, yansımamıza ihtiyaç duyarız ki tam tersini yaparsam nasıl görüneceğimi bileyim. Ya da yaptığım şeyin yansımasının nasıl durduğunu fark edebileyim.
Demem o ki kısacası, gece olmadan sabah olmaz; sabah olmadan da gece. Yine de en güzel manzara, güneş doğarken ya da batarken gördüğümüz renklerdir. En mucizevi görüntü, ayın güneşin önüne geçtiği andır. Tek başınıza yeterince büyüleyici olabilirsiniz, ta ki başka büyüleyici özelliklerin içinize sinmesine izin verene kadar. Dengelenmek, ortak bir noktada buluşmak kaçınılmaz olarak bir mucize doğuracaktır.
Her ne kadar bu konunun yetersiz kaldığını, sabaha kadar konuşsam bıkmayacağımı düşünsem de sizlere güvenerek bir son veriyorum. Bu yine de sizin nasıl bir oyun arkadaşı olduğunuzu merak etmediğim anlamına gelmiyor. Tartışmayacağımız anlamına hele hiç gelmiyor. Bana bir iyilik yapmak isterseniz, sonsuza kadar zıtlıkları yorumlarda sizinle tartışabilirim.
Şimdilik hoşçakalın.
Yorumlar
Yorum Gönder